Yapmamamız gerekenler mi ? Yapmak istediklerimiz mi ?

                    Sanırsam bu başlık 21. Yüzyıl modern insanın en büyük sorunlarından biri. Bir yanda toplumsal beklentiler bir yanda bireysel istekler. Bunu bir birey mühendisliği ötesinde de düşünmemiz gerekecek. Çünkü insanoğlu toplumsal baskıların hepsini reddedecek konumda çoğu zaman olmuyor. Artık birçok kişi iyi bir eğitim almak, yeterli miktarda paraya sahip olmayı kişisel meselesi haline getiriyor. Bu kavramlar aslında oldukça iç içe geçti. Bence bunda en önemli sebebi de taktir edilme duygusu. Bu iki soru arasında kalan yaşamlar bir bıçak kesiği gibi ayrı dallarda ele almak sanırsam imkansız olmaya başladı.
                   Sanırsam durumun bu hale gelmesini Freud bulmuş. 3 temel üzerinde kurduğu insan yaşamı tam da modern insanın çelişkisini anlatma. Biz de egoyu Ankara’da otobüs, sosyal hayatta itici bulduğumuz için konuyu bence irdelemekten kaçındık.
                   Kısaca bir tanımla Freud; kişiliği 3 temel düşünce şekillendirir. Id, Ego ve Superego. Id; içimizde ki hayvanı duygu. Superego; -meli, -malı toplumsal istek ve baskılar. Superego ise bu ikisini harmanlayıp kişisel oturum.
Durum burda kopuyor işte. Biz kişiliğimizi oluştururken toplumsal öğretileri reddetmedik ki. Biz ıd duygumuzla yaşamayı da kabul etmedik. Biz bu 2 duyguyu durumsal olarak ele alıp bir benlik yarattık. Buna da ego dediler.
Bizim asıl inkar ettiğimiz ne toplumsal yargılar ne de toplumsal yargılara karşı olan davranışlarımız. Biz kendi benliğimizi öyle bir reddeder hale geldik ki buna engel olunduğunda toplumsal baskı yiyoruz demeye başladık.
Konu çok siyasete daldirmadan demek isterim ki bağzı konularda o kadar ayrıştırdığımız kadarından fazlasını sosyal hayatımızda da ayrıştırdığımızın farkındasınızdır umarı. Peki bu kendi ekosistemlerimizi kurduktan sonra neden yapmak istediklerimizi yaşamıyoruz ki ? Bu bence sorgulamamız gereken birşey.
                   Yapmamız gerekenleri ve yapmak istediklerimizi bence bir potada eritmek olgunluk aşamasına giriş gibi görüyorum. Bu evreye girişin içindeyim ve canım çok sıkılmaya başladı.
Featured image

Continue reading “Yapmamamız gerekenler mi ? Yapmak istediklerimiz mi ?”

Siz hala yemek fotoğrafı mı beğeniyorsunuz ?

Akıllı telefonlarımızda en çok kullandığımız uygulamaların başında instagram geliyor. Çoğunlukla eş dost hesabı takip ederken bunların yanı sıra Dünya’yı gezen dolaşan birilerini takip etmek güzel olacağını düşündüm. Biraz bakınıp şöyle bir liste hazırladım.

Eliniz Değmişken önce beni takip edin(Ürün Yerleştirme)

http://i.instagram.com/gokhansaginci

1-) Serkan Demirci: Türk Fotoğrafçı

http://instagram.com/sserkan34

Untitled-16

2-) Biraz kurumsal:

http://instagram.com/natgeo

natgeo

3-) William Patino

http://instagram.com/william_patino

10560364_579901398785284_1292677393898922192_o

4-) Gezgin Çift

http://instagram.com/gezgincift

Gezgin Çift

5-) Güneş Akdoğan: Yürüyen Gezgin

http://i.instagram.com/drummerlizard

10527612_726690690723412_5457602827934875094_n

6-) Rail Bestami:

http://i.instagram.com/plansizgezgin/

20 03 2013 - 2

7-) Lego Travellers

http://instagram.com/legotravellers

indir

😎 Çekik gözlü ablamız

http://instagram.com/greaseandglamour

indir (1)

9-) The Topless Tour

http://i.instagram.com/the_topless_tour

indir (2)

10-) Selfie’nin ekmeğini yiyenlerden

http://instagram.com/thiagomlcorrea

15295393492_814c50a8d0

Dikkatimi çekenler bunlar sizinde beğendiğiniz hoşunuza giden varsa yoruma ekleyebilirsiniz.

Türk Gibi Sıgara İçmek

Atadan terbiyesiz bir millet olduğunuzun göstergesidir. Bakkallardan İngiliz ve Amerikan Tütünü alsakta, sigaranın ilk hikayesi 1832’ye Kavalalı Mehmet Ali Paşa İsyanına dayanır.

Türkler, tütün tarihinin en büyük buluşunu yaparak sigarayı icat ederler; Kızılderililer, Mayalar ve Aztekler tütünü kamışla içer ya da mısır ve palmiye yaprağına sararak kullanırlardı. Sevillalılar ise kullanılmış kâğıtlara sararlardı.

1832’de Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı sırasında Osmanlı orduları İbrahim Paşa komutasında bölgeye gider ve isyancıları kuşatır. Kuşatma altındaki Mısır topçuları ateş güçlerini barutu kâğıda sararak artırırlar ve bu başarıları 1 pound ağırlığında tütün ile ödüllendirilir. Pipoları kırık askerler ödül tütününü barutu sardıkları kâğıda sararak içerler. Bu buluş Türk ve Mısır askerleri arasında hızla yayılır. Dar zamanda ve imkânda kullanılan bu yöntemi Türkler her yere yayarlar. Kamış, palmiye yaprağı, pipo, puro, nargile ile keyif unsuru olarak kullanılan tütün ilk kez bu kadar kolay ve zahmetsiz tüketilir olmuştur. Artık bugün aşina olunan formuyla sigara vardır dünyada.

Görüyor musunuz ecdadımızın terbiyesizliğini ?

Bu gelişmeye Batı da kayıtsız kalmaz. Kırım Savaşı’nda İngilizler, müttefikleri Türklerden bu icadı alırlar.  İzmir doğumlu Philip Morris 1847’de Londra’da dükkan açar ve kendi sigaralarını üretmeye başlar. 1871’de R.A.Patterson Lucky Strike’ı kurar; 1872’de Philip Morris ölür. Fakat mirasçıları işi devam ettirirler. 1875’de ise Morris’in en büyük rakibi R. J. Reynolds kurulur.

* İzmirliler sıgaraya, sıgara derler bunda bir değişiklik yok.

Sıgara konusunda namımız ve terbiyesizliğimiz o kadar ilerlemiştir ki 1913 yılında kurulan Camel marka sıgara markası tanıtımında ağza alınmayacak sözler kullanıp “Türk gibi sıgara için” demiştir. Batılı ailelerin küfür niteliğinde olan bu deyim gün geçtikçe artmış. Insan içinde sıgara içemez hale gelmişizdir.

Bu durum devlet büyüklerini o kadar rahatsız etmiştir ki sıgara üzerine yasaklar 1996’da ilk yasağını yemiştir. Sonra tüm kapalı alanlardan uzaklaştırılmış en sonunda milli bir mesele haline gelip Cumhurbaşkanın bizzat denetleme ekibi dahilinde kafelere baskınlar verilip sıgara içenlere toplum içinde terbiyesiz denilerek rencide edilme hareketi başlamıştır.

Sıgara tiryakilerini zor günlerin beklediği ortadadir. Bundan sonra ecdadımızın açtığı yolda durmadan, baskılara boyun eğmeyerek yürüteceğiz. Daha dikkatli olacağız.  Önce sağa sonra sola bakıp cumhurbaşkanı, Başbakan vb. Devlet büyüklerine yakalanmadan. Ziftleneceğiz.

Unutmayın terbiyesizlik kanser yapan sıgara değil kanser yapan bu sistemdir !

KAYNAK: Sigarayla Savaş Derneği

image

Sağlığınıza Dikkat Edin!

Geçen sene bu günlerde yaşadıklarım çok sancılı geçmişti benim için. Yaşananlar üzerinden tam 1 sene geçti. Ben hala etkisinden kurtulamadım. Daha önce açık kalp ameliyatı olmama rağmen o yaşadığım sıkıntılar bende daha derin izler bırakmıştı. Hayatın gerçekliği, varlığım, ne yapmak istediklerim bunları hep tek tek sorgulatmıştı bana 23 gün boyunca hastanede geçirilen günler. Üzerinden 1 sene geçmesine rağmen hala etkisi hissetmiyor değilim. Burnumun ya da başka bir yerimin amaçsızca akmaya devam edecek ve hiç durmayacakmış gibi geliyor. İnsan sağlığını kaybedince geriye sadece hırslar ve tutkuları kalıyor sorguladıkları. Sonra onlara tek tek gülüyor çünkü hepsi amaçsız ve sana ait olan şeyler olmadığını görüyor. Benim hırslarım çok gereksiz geldi mesela. Kendimi çok yıprattığımı ve boşa kürek çektiğimi farkettim. Bunun üzerine büyük yeminler ettim kendime o hastane günlerinde. Buradan çıkacağım ve hayatımı yaşayacağım diye. Üzerinden 1 sene geçti; ben hala yaşıyorum diyemem herhalde. Yaşamaya çabalıyorum ama bunun farkındayım. Biraz emekleyerek biraz düşe kalka ama farkettim ki oldukça yalnız. 1 sene önce yanımda olanlardan bazıları bugün yanımda değiller. Ben istedim ya da onlar istediler. O günlerde yanımda olan herkese çok teşekkür ediyorum. Onları asla unutmayacağım. Annemi, arkadaşlarımı, dostlarımı, sevdiğimi hepsi benim için bu Dünya’da birer şanstı.

Sağlığınıza Dikkat Edin!

1422504_10151764722456476_130313561_n

SUSTUKLARIM

Kendine bir masal beğen çocuk
Kökü ateşle beslenen şarkılar beğen
Islıksız çıkılan yolculuklar tekin değildir
İhanetlere yakışan akrepler bul kendine
İşte böyle çocuk, acıyı aşktan muaf tutamazsın
Bir keklik sesini gösterir ya bize
Bir tavşan beyazlığını
Rüzgar ipekten mendiliyle siler ya alnımızı
İşte çözüver anıların ipini, sayrılı bir hüzün olur
Hohla bir camı, dünya salgın gibi durur
Bir efkar gelir kadehlerimizi doldurur
Yüreğimi yaslayıp bir gurbet türküsüne susuyorum işte
Her kederin bin ağu kustuğu
Martıların uzak limanlara sustuğu
Kendi tarihini yazacak kadar
Zimmetine geçirip birkaç imgeyi ve ütopyayı
Bir baş dönmesiydi diyeceğiz aşk ve geçti işte
Dilimizde dağladığımız söz, yüzümüzdeki yorgun hüzün
Ve çiğ ışıklara büyüyen gözlerimiz
Kendi ninnisini avutmak için
Her ömür ithafını yazmalıdır gecenin levhasına
İşte aklımı banıp bu sorulara susuyorum bunları da
Bana ölümden söz etme çocuk, aşktan söz etme
Bu çağın düşükleriyiz hepimiz
Yalnızlığa büyüyen sözler yazdık sulara
Bak bütün ütopyalarımız elimizde kaldı
Git git bitmiyor geceler karası
Ne kadar örtünsek de o kadar çıplağız işte
Bir ergenlik kaç kabahat sürer
Neden erişilmezdir kadınların mor sinesi
Neden hep aynı boyda kaldık dağlarla
Muhsin amcaya sorarsan tanrının marifeti
Ama neden hep nemlidir şairlerin gözleri terlemiş kadehler gibi
Alnımı yaslayıp bu sorulara susuyorum bunları da
Bütün uykularımı bıçaklıyorum işte
Velveleye veriyorum bu şehri
Lanet bir nasır gibi kalacağım aklınızda
Ama kendine bir masal beğen çocuk
Kökü ateşle beslenen şarkılar beğen
Islıksız çıkılan yolculuklar tekin değildir
İşte böyle çocuk, hayatı kavgadan muaf tutamazsın…
 
MUZAFFER SARIGÜL
 
images

Ayıp Bana: Pamukkale

Başlığın sebebi bunca yıldır yanı başımda diyebileceğim bir güzelliği görmemiş olmamdan kaynaklanıyor. UNESCO’nun Dünya Mirası listesine aldığı Pamukkale travertenleri Denizli’de bulunuyor. Bu bayram tatilini Aydın’da denize gidip kızgın kumsal/serin sular ikilisini yapmayınca, yumuşak yerlerimi kaldırıp Aydın’dan çıktım yola.

Pamukkale’ye ulaşımı kendi araçlarınızla sağlamıyorsanız Denizli merkeze gelmeniz en mantıklısı. Ben de Aydın’dan #pamukrail hesabı yapayım diye sabah ilk trenle yola çıkıyorum. Yaklaşık iki saatlik uykulu bir tren yolculuğundan sonra Denizli Garının karşısındaki otobüs terminalinin alt katından Karahayıt dolmuşu bizi Pamukkale’ye götürecek olan dolmuş.

Bu dolmuş sizi Pamukkale kasabasında indiriyor. Ben kasabada fazla dolanmadan direkt girişe doğru gittim. Kasabada japonca yazıların çokluğu hemen dikkat çekiyor. Pamukkale Japonlar ve Ruslar için güzel bir cazibe merkezi bol bol japon ve Rus göreceksiniz.

Pamukkale’ye giderken efendime söylüyeyim denize, havuza gidermiş gibi gidin kesinlikle. Benim gibi kot pantolonu çıkartacak yer aramayın sonra 🙂 Girişte gişelerden Müzekartınızla geçiş yapabilirsiniz ya da 25 Liraya bilet alabilirsiniz. Ben müze kartımı yenileyip başladım ağır ağır tırmanışa. Travertenlerin başladığı noktada ayakkabınınızı çıkartmak zorundasınız.

image

Beyaz zemin, üstümde güneşli masmavi bir hava ayaklarımda 36 derece vücut ısısında suyla yukarı havuzları geçerek ulaşabiliyorsunuz. Kendi aracınızla Doğu girişinden giriş yaparak aşağıda inebilirsiniz. Oraya toplu ulaşım yok.

image

Sıcak ve üstümdeki kot yukarı ciktiktan sonra çekilmez bir hal aldı hemen gidip yanımda getirdiğim şortu giydim. Zamanlamam erken olduğu için Hierapolisi gezmeye koyuldum. Öncesinde havuzun girişinde bulunan gişeden harita ve açıklayıcı bilgi içeren kitapçığı ücretsiz alabilirsiniz. Kitapçıktaki resimlere pek inanmayın ama gerçeğiyle alakası yok pek 🙂
4

image

Tarihi eserleri,sutunlari size anlaticak halim yok gidin gezin. Hierapolis oldukça geniş bir alana kurulmuş. Içinde servis imkanı bile var ama ben tabanvayla her yeri dinlene dinlene gezdim.

image

image

Iyice yorulduktan sonra köfte-ayran porsiyon usulü 20 lira verip karnımı bir güzel doyurduktan sonra tarihi havuza girmek için 32 liraya fişimi alıp attim kendimi 36 derece özel pamukkale sularına 🙂

Bu havuz tarihi bir havuz. Hierapolis döneminde insanların şifa bulmaya geldikleri bir yer olarak biliniyor. Bol sayıda turist kardeşle, kardeş kardeş yüzdük. Sonra bir de şezlonglarda güneşlenip günümü tamamladım.

image

Kasaba tekrar travertenleri ine ine ulaştım. Sağlık ocağının arkasında ki köy kahvesinde Türk kahvemi yudumlarken Köylü amcaların çıkan bir tarım haberine ateşli ateşli tartışmalarını dinledikten sonra geri dönüş yolum aynı şekilde devam etti.

Muhakkak yapılacaklar:
1-) Şort, havlu ve parmak arasi terliği götürmeyi unutma
2-) Kasabadan Nar suyu içmek
3-) Tarihi havuza girmeden gelme
4-) Antik tiyatroda akustik testi yapmak.
5-) Müzenin 3 numaralı salonundaki Ege efsanelerini okumadan gelme

Bu benim ilk gezi yazım diyebilirim. Eleştirilerinizi bekliyorum 🙂

Beyoğlu’nun En Güzel Abisi

          Kendimle yeni yüzleştiğim bir hoşlantımdan bahsedeceğim. Malum bu ülkede yaşayan bir birey olarak, polisle münasebetim genelde meydanda, mitingde vb. şeylerden öteye gitmiyor. Küçüklükten beri de ısınamamıştım polise ve türevlerine… Fakat son birkaç okuma ve izleme beni, sürükleyicilik açısından; cinayet, polisiye, suçluyu bulma konularında bir hoşlantımın olduğunu fark ettim. Bu Sherlock Holmes dizisiyle tavan yapmıştı.

          Okuduğum kitaplarının sayısı yedi olunca artık iki söz etmenin zamanı geldiğini düşündüm. Burada anlatacağım Beyoğlunun en güzel abisi; Ahmet Ümit’in son kitabı.

          Ayrıca Beyoğlu’nun en güzel abisi bence Ahmet Ümit’dir. Çünkü onun kitaplarını okuduktan sonra Beyoğlu’nda sıradan biri olarak yürümüyorum. Kitaplarda Beyoğlu öyle içten anlatılıyor ve yaşatılıyor ki, geçtiğiniz sokak sizi kitaba tekrar bağlayabiliyor. Beyoğlu’nda gece kulüplerini değil ama Ahmet Ümit Sayesinde sokaklarını öğrenmiş oldum. Şehri yaşatarak yazıyor kitabı.

          Nevzat Komiser iş başında! Yıllar sonra Nevzat Komiser’in yolu tekrar Beyoğlu’na düşüyor. Cinayeti çözmeye çalışırken; Gezi Eylemleri, Kentsel Dönüşüm, azınlıklar meselesi, kültürel yozlaşma, yeraltı dünyası gibi birçok konuya el atan Başkomiser Nevzat bizi birazdan içimizde ki sesten vuruyor.

          Neyse malum polisiye roman çok fazla spoiler vermemek gerek o yüzden okumanızı tavsiye ediyorum.

İstekli Dipnot: Roman genellikle Tarlabaşın’da geçiyor. Malum oraların durumu belli girilmek, en azından telefonla çıkılmak imkansız gibi duruyor. Kitabı okuduktan sonra oraları gezmeyi çok istedim. Belki bir şehir turu düzenleyen olur telefonları emniyetli bir yere koyup gelirim ben de…

image

Yazları güzel bir adamımdır ben

Yazları güzel bir adamımdır ben,
Denizi çok severim mesela…
Yüzerek yaklaşırdım sana,
Şu koyduğun perdeler olmasa.

Yazları güzel bir adamımdır ben,
Yarını düşünmezdim mesela…
Son günümüzmüş gibi miskinlik yapardık.
Sen yanımda olsan.

Yazları güzel bir adamımdır ben,
Sağlığıma dikkat ederim mesela…
Tüm mikrobu atarım hayatımdan
Yazları sen yanimda olsan.

Yazları güzel bir adamımdır ben,
Yemeğimi kendim yaparım mesela…
Hani o yumurta kıramayan günlerine inat,
Zeytinyağlılar yapardık bol baharatlı.

Yazları güzel bir adamımdır ben,
Çok severim mesela seni…
Hani o ilk karşılayışın vardı ya Istanbul’da,
Öyle sarılırdım sana yanımda olsaydın.

Yazları güzel bir adamım ben,
Mesela sen inanırdın bana…
Diğer tüm zamanların aksine,
Seni sevdiğimi anlardın mesela.

Yazları güzel bir adamımdır ben,
Bilirim mesela beni sevmekten vazgeçmeyeceğini…
Tüm yaşantının aksine ne gitse de,
Bundan şüphe duymazdım.

Yazları güzel bir adamım ben,
Benden başka kimseyi sevmeyeceğini bilirim mesela…
Telefonda gelen sesinin aksine
Şimdi inanmam mesela.

Yazları güzel bir adamım ben,
Karadeniz’e inat güneş açarım…
Asıl şimdi gör beni…