Kıyı Kıyı Anadolu ve Güneş Akdoğan; Post-Modern Evliya Çelebi

Bu yazım size ilan niteleğindedir. Bir reklam unsuru içermez. Biliyorum sinemada bile kendinize benzettiğiniz bir karakterle daha çok seversiniz filmi. Şimdi ben de size hani o içinizde ki sırt çantasını alıp kaçıcam dünyayı dolaşacağım dediğiniz ruh hali var ya onun için örnek bir karakter önereceğim. Kendisini öyle televizyondan ya da sinemadan takip etmenize gerek yok. Sosyal medyayı aktif bir şekilde kullanıyor. Onu çokta anlatmayacağım cidden sayfalarından o kadar çok bilgi var ki hepsini oradan bulabilirsiniz.

Karakterimizin adı: Güneş Akdoğan lakap olarak ben yürüyen adam diyorum.  Bu yürüyüşleri bakkala, işe, okula daha doğrusu hayal edebileceğimiz noktalara değil. Yürüyerek Dünya’ya.

Şimdi ki rotası “Kıyı kıyı Anadolu” Hopa’dan başlayıp yürüyerek;  insana, doğaya ve Anadolu’ya dokunacak. Bize şimdiden kesitler sunmaya başladı bile.

Şimdi sinemada film önerir gibi onu takip edebileceğiniz adresleri sizinle paylaşıyorum.

Facebook sayfası oldukça renkli paylaşımsız bırakmıyor. Zaten biz de ülke olarak pek seviyoruz Facebook’u

http://facebook.com/nomadlizard

Keza bir de sitesi var oradan reklamlar falan da veriyor. Malum masraflar, yaşam. Belki az reklamsız olsun dersiniz cuzzi de olsa bağış falan yaparsınız. Bu da internet sitesi. Kendi rotalari ve geziye çıkmak isteyenler için bir çok bilgiyi barındırıyor. Ben en son çantam kaç litre olsun diye bakmıştım mesela;

http://drummerlizard.com

Bunlar yetebilir size isteyenler. Facebooktan arkadaş olarakta ekleyebilir. Biraz anarşik ruhludur goygoyu da sever 🙂

İş yerinde facebook yasak diyenlere twitter adresini öneririm 🙂

http://twitter.com/LizardOnTheRoad

image

Olgunlaşmak

“Artık eskisi gibi her hafta sonu birileri ile dışarı çıkmak istemiyorum. Beni yoran ilişkiler, yeni tanışmalar, yeni yüzler aramıyorum. Eski dostlukların da özetini çıkarmaya başladım.

İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.

Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.

Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği yaratıyor ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.

İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim, eleştirme hakkını oluşturan yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.

‘Ben demiştim’, ‘ben bilirim’, ‘ben zaten anlamıştım’ sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun.

İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor. Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.

İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.

Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor.

Zamanın ne kadar kıymetli olduğunu öğreniyorsun buralara kadar gelirken.

Uzun düz otobanlardan olduğu gibi, kestirme bozuk yollardan da ulaşabilirsin hedeflerine.

Kestirmeleri de öğrendim gide gele.

Boş geçen her saniye değerli artık.

Daha yapılacak çok şey var ama, kendimi çok yormaktan çok hırpalamaktan yana değilim.

Gerektiğinde ‘HAYIR’ demeyi öğrendim ve bu kelime başta karşındakine kırıcı gelse de senin için hayat kurtarıcı olabiliyor.

Sevgiye önem vermek gerektiğini, zamanı geldiğinde elinde sadece sevginin kalacağını biliyorum.

Sevgi paylaşıldıkça oluşuyor, olgunlaşıyor.

Aileme ve seçtiğim tüm dostlarıma daha önce göstermediğim sevgi, anlayış ve ilgiyi gösteriyorum. Biliyorsun ki gidenlerin ardında sadece iyilikler kalıyor, ne kadar sevgi dolu olduğu hatırlanıp anılıyor.

Bana çok genç olduklarını hatırlatırcasına nedense tecrübelerimi, fikirlerimi sormaya başladılar.

Vereceğim cevaplar belki çok anlamsız geliyor ama yine de dinliyorlar ama ben biliyorum ki yasamadan hiçbir şey öğrenilmiyor.

Yasamışlığın oluşturduğu bir alçak gönüllülükle gülüyorum içimden sadece.

Artık daha şık giyiniyorum, senelerle birikmiş dolaplar dolusu kıyafet var ve bunları kendimle paylaşmalıyım.

Önce kendine güzel görünmelisin, kendi zevkime göre giyinmek istiyorum, böyle hissediyorum.

Modaya uymak adına popumun sığmadığı düşük bel pantolonlara sığmıyorum diye kendimi üzme tercihini de kullanabilirim .

Ayıp, günah yada ne derler korkuları çoktan geride kaldı.

Dostlarıma, kendimize yemek yapmak hoşuma gidiyor. Mutfak eskiden bir zulüm iken şimdi zevk aldığım mekanlar arasına giriyor.

Farklı lezzetler denemek güzel ve kendi lezzetimi kendimde yaratabileceğim belli bir damak zevkim ve mutfak kültürüm oluştu.

Sonra Sezen’in şarkısındaki gibi anneni daha sık düşünüyorsun ve hatta anlıyorsun.

İşte bu yeni alışmaya başlanan ve giderek hoşa giden yeni duruma olgunluk deniyor.

Yasamışlığın, görmüşlüğün, geride kalmış üflenmiş doğum günü mumlarının bir sonucu kendiliğinden ortaya çıkıyor hayatın bir dönemecinde bu olgunluk.

Ne zaman dersen herkese göre, ne kadar dolu yasadığına göre değişiyor bu olgunluk çağına ermek.

İnanın bana hayattaki düşüşler, zor alınan virajlar bu zamanı hızlandırıyor.

Kendi dünyanın küçüklüğünü keşfetmek ve buna rağmen kendinin kıymetini bilmek çok ise yarıyor.

Bir gün hepimizin bu huzurlu olgunluğu bulmasını diliyorum. ”

Can Dündar

image

Samimiyet, Popülerlik ve Filistin

Sadece ülkemizde değil hemen hemen tüm Dünya’da ayrımcılık çeşitli sebep ve sonuçlarla ilerlemekte. Hatta durum o kadar ileri ki faşist, ayrımcı, ötekileştirme vb hastalıklı fikirlerin kültürle uzaktan yakından bir alakası olmadığını, bunun tamamen beşeri bir duygu olduğunu düşünmeye başladım.

Birine düşman olmak için o kadar çok sebebimiz var ki bunları bu yazıda konuşmak tamamen bir kopyala-yapıştır olur. Bu yazımda değinmek istediğim noktalar Israil-Filistin-Yahudi-Müslüman-Tepkiler ve köpek sözcükleri üzerinden evet köpek!

Sosyal medyadan takip edildiği kadariyla Israil; kaçırılıp, öldürülen gençlerin intikamını alırcasına Filistin’e saldırılar düzenlemekte. Filistin, Türkiye’de bir kesimin oldukça yumuşak karnı olduğu gibi hemen hemen herkesin ortak olduğu nokta Filistin’inde kanayan yaranın durması yönünde. Bunu birçok kesim bir çok tepki yöntemleriyle konuya katılım sağlıyor.

En son Yıldız Tilbe twitter hesabından Hitlerli attığı tweetlerini çoğumuz takip ettik. Kişisel fikrim kendini bilmez birinin; soykırımı hayal dahi edemeyecek birinin kurmuş olduğu haddini aşan bir açıklamaydı.

Keza Tayyip Erdoğan Soma Faciasindan sonra ki ziyaretinde tepki gösteren kişiye “Gel lan buraya Yahudi dölü” demesi kadar iğrenç.

Evet Yahudilere karşı toplum olarak bir huzursuzluğun olduğu kesin. Bunun sosyolojik kısmında; Islamın etkileri Yahudilerin zenginliği, Filistin olayı, Dış mihrakları Yahudilere itaf edilmesi vb şeyler sebep olarak gosterilebilir.

Peki Yahudi yurttaşlarımız ?

Tayyip Erdoğan’ın Soma’daki o olay gerçekleştikten sonra mazlumun yanında olmak hissiyle bir Başbakan’dan bu tabirin çıkmasını ben hayal edemezken ülkemizde yaşayan Yahudi kişileri elbette anlamış olacağımı düşünmeyin.

O süreçte birçok Yahudi yurttaşın konuyla ilgili açıklamasını dinledik, yazılarını okuduk. Altına imza atarak destek olduk.

Şimdi ise benim merak ettiğim bu yazıları, açıklamaları arkadaşlar Israil’in Filistine yapmış olduğu saldırıları neden kınamadıkları ? Kınadıysalar bile bunu neden zaman tünelimizde göremediğimiz ? Keza bu soru Soma olayindan sonra Yahudi yurttaşlarımıza destek çıkan arkadaşlar içinde geçerli…

Artık bu konuda da mı köpeğin insanı ısırması haber olmuyor ? Ya da bazılarımız için bu konu çok popüler değil ?

NOT: Eleştiri ve yorumlarınız “Faşist bu ya” diyip kestirip atmayın!

image

Mahallemizin Abisi: Onur Ünlü

Onur Ünlü’ye olan sevgimizi, hayranlığımızı birçok kişi farklı dillerde ve şekillerde yansıtıyor. Bense daha çok takip ederek bu zincire bir halka sağlıyordum. Yakın zamanda bir arkadaşım bir yazı gönderdi. İtirazım Var filmi için hocası bir eleştiri metni istemiş o da aşağıda paylaştığım yazıyı yazmış. Yazıyı okuyunca çok beğendim. Herhalde noktası virgülüne katıldığım bir yazı…

 

İtirazım Var; Film Eleştirisi

“Herkesin her alanda inandığı bir şey vardır bu dünyada. Futbol olsun, aşk olsun, film olsun. Ülkemizde ve dünyada her an gündem değişmektedir. Popüler kitle bu gündemi farkında olmadan ayakta tutmaya çalışsa da merkezi güçler yeni bir konuyla yeni bir gündem oluşturur. Futboldan en basit örnek verecek olursak yıllarca şampiyonluklara her alanda ambargo koyan Barselona’nın bu yıl final maçlarında kaybetmesini isteyen bizlerin yeni bir şampiyon çıkarmak istememiz gibi. Başka bir örnek verecek olursak son iki Avrupa şampiyonu ve son dünya şampiyonu İspanya’nın 2014 dünya kupasında daha ilk turdan elenmesini memnuniyetle karşılamamız gibi. Filmlerde öyledir. Hele ki ülkemizde son yıllarda çeşitli türlere iyi filmler çıkmasına rağmen N.Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz gibi yönetmenlerin her filmlerinde hep en iyi olması takdire şayandır. Ama öyle filmleri çeken sanki mahallemizin abilerinden biri var ki o da Onur Ünlü ’dür. Kendisi ‘zaten şanslı biri değilimdir, filmlerim iş yapmaz benim’ diyen güzel bir adamdır. Sen şanslı değilsin belki ama sen varsın diye biz çok şanslıyız.”

 

10514602_677618622291978_5478736579431730017_n

HATIRLAT DA HAZİRAN SONLARINDA ÇOCUKLUĞUMU YAKALIM

HATIRLAT DA HAZİRAN SONLARINDA ÇOCUKLUĞUMU YAKALIM

(ah muhsin!) ünlü

sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

Nasıl bir köy enstitüsü etkinliği ?

17 Nisan geride kaldı.  Her sene bu gün yurdun çeşitli yerlerinde sosyal demokrat, Atatürkçü düşünceye sahip insanlarımız, Köy Enstitülerin kuruluş yıldönümünü çeşitli etkinliklerle kutlarlar. Köy Enstitülerinden kısaca bahsedecek olursak; ilkokul öğretmeni yetiştirmek üzere 17 Nisan 1940 tarihli ve 3803 sayılı yasa ile açılmış okullardır. Tamamen Türkiye’ye özgü olan bu eğitim projesini 28 Aralık 1938 tarihinde milli eğitim bakanı olan Hasan Âli Yücel bizzat yönettiği bir eğitim modeli. (Köy entitülerin genel özelliklerinden bahsetmeyeceğim bu yazıda. Daha detaylı bilgi almak isteyenler öncelikle bu linkte birşeyler bulabilirler. http://tr.wikipedia.org/wiki/K%C3%B6y_Enstit%C3%BCleri#cite_note-1 )

Köy Enstitüleri fikri Türkiye’den çıkmış bir eğitim modeli değil. Daha önce İrlanda, Fransa vb. tarım ülkelerinde ihtiyaç duyulduğu için işlemiş bir model. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kırsal alanda eğitmen ihtiyacının ortaya çıkması sebebiyle özellikle Hasan Ali Yücel bu model üzerine baya yönelmiş Türkiye tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ışık kırlarda yanmaya başlamıştır.

Köy enstitüsü anmalarını yapan kesim genel itibariyle Türkiye’nin eğitim anlamında ilerleme göstermesinin gereksinimini duyan, bu konu üzerine faaliyet gösteren bileşenlerden oluşmakta. Benimde gönüllüsü olduğum Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği gibi…

Bu etkinliklere katıldığımda edindiğim gözlemlerim; köy enstitüleri bu ülkeye ışık saçtı, sağ iktidar zoruyla kapatıldı, kapatılmasaydı daha farklı bir ülke olabilirdik gibi bildiğimiz ezberlediğimiz cümleler, eleştirilerden oluşturuluyor.

Duruma baktığımız zaman ise ister istemez “Ee şimdi ne olacak ?” sorusunu kendime soruyorum. Köy enstitüleri o dönemin ihtiyacı olarak çıktı, uygulanmak istendi ve toprak ağalarının baskısı sonucu kalktı.

2014 Türkiye’si için ne yapmalı peki?

Türkiye’de aynı eğitim sisteminin mevcut sisteme ya da kültüre tekrar yedirilmesinin imkan olacağını düşünmüyorum. Yeni sorunlarla karşı karşıya olan bir Türkiye’ye uygun bir sistemin konuşulması, tartışılması, hayata geçirilmesi için baskı oluşturulması inanın daha faydalı olacaktır. 1940’larda yoğun kır nüfusa sahip olmanın eğitim açısından açtığı yaralar varken şimdi de büyük şehirlerde oluşan kenar mahallerde eğitim sorunları oluştu ve oluşmakta.

Arkadaşım Sertaç Karabulut’un yönetmenliğini üstlendiği Köy Enstitüleri “Son Işıklar” belgeselini izlerken. Bu yazıyı ele almak istedim. Bu hafta derneğimizin, Çağdaş Gençlik Birimleri etkinlikler, belgesel gösterimleri gerçekleştirecek. Önerimdir; Seneye 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüleri nasıl olabilir. 1940larda yanan Anadolu ışığı tekrar nasıl yanabilir? Nasıl bir sistem olmalı? gibi konuların masaya yatırıldığı bir tartışma, çalıştay vb. etkinlik inanın ki Köy enstitülerin anmak için daha iyi bir fırsat olacaktır. Çünkü köy enstitü ruhunda taşı elin altına koymak vardır.

Eskişehir’de tanıştığım Muharrem Kubat hocamız Köy Enstitülerine vefa borcunu ödemek için 15 yıldır bir kültür merkezini halkın kullanımına açmış bunun yanı sıra enstitünün kantininden bir şeyler çaldılar diye onları cezalandıran değil “Alın kantini siz işletin” diye sorumluluk vermektir/almaktır. Umarım bu ruh yıllar önce Anadolu’da nasıl parladıysa yine parlamalıdır.

 

images (6)

Sen Beni Öpersen Belki Fransız Olurum

sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil

 

sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.

sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü

 

tumblr_mcl29iA7IK1rjmu9ko1_1280

Eski Sol: Oral Çalışlar

” Ön yargı genel ve özel kullanınımlarında bir taraf tutma biçimidir. Bir ideolojik fikri veya bakış açısını koşulsuz desteklemek anlamında kullanılır. Ön yargı, halk arasında genellikle bir kişinin kararlarının ağırlıklı bir şekilde tek taraflı olarak ortaya çıkmasında kullanılmaktadır. Gene halk arasında ön yargı, bir kişinin kararlarının nesnel olmayıp öznel olduğunu ifade etmek için kullanılmaktadır.” Tanım işte tam da bu. Bu tanımı kapsayan hal ve hareketler içinde oldukça fazla debelenebiliyoruz. Sosyal, siyasi, ekonomik vb alanlarda çok önyargıya sahip bir insanım bile diyebilirdim.

 

Yaşadığımız ülkede gündem o kadar hızlı değişiyor ki belki de bunun faydalı olan bir kısmı var ise bu da önyargılarımızın bir yerden sonra değersiz olduğunu anlayışımız oluyor. En büyük önyargımı kırmam AKP seçmenini anlamam olmuştu. Bu yazımda ise yine önyargılı tutum sergilediğim bir şahsı konu edileceğim. Aslında bir vaka çalışması olacak bu şahıs üzerinde öne süreceğim fikirler toplumda birçok tanıdık yüzü de söyleyebilecek sözler.

 

68li yılların “Dalyan” delikanlısı. Deniz Gezmiş’in kankisi. Doğu Perinçek, Cengiz Çandar falan hep birlikte “Tam bağımsız Türkiye” için Samsun’dan Ankara’ya yürüyorlar. Aydınlıkçı ekibin önde gelenlerinden. Hapis, yurtdışı hayatı derken nur topu gibi bir 12 Eylül mağduru. Uzunca bir süre Cumhuriyet köşe yazarlığı yapıp. Taraf Gazetesi genel yayın yönetmenliği yapıp. Radikal gazetesinde yazmaya devam etmekte. Az buçuk bilenler mevzu bahis kişiyi taniyacaktirlar. Oral Çalışlar…

 

4 Nisan’da yazmış olduğu yazıya hitaben diyebilirim ki Evet Çalışlar Türkiye değişiyor, Türkiye karanlığa sürükleyerek değişiyor. Değişmesini istediğin biz, muhalefet, CHP, laik kesim, AKP’nin karşısında duran sol/sosyal demokrat kesim senin kadar değişemez.

 

Hayatın boyunca liderlik gibi bir derdin olmamış yaşamından anlaşılan. Ee malum yaşında ilerlemiş, nedir bu yaştaki iktidar için kalem çırpman ?

 

Ekonomik, itibar vb ihtiyaçlarını yaşanmışliklarin itibariyle tatmin ettiğini düşünüyorum. Durum böyleyken nedir iktidar mürekkebinin sırrı ?

 

Değişmesini istediğin kesim; AKP seçmen çoğunluğuna göre eğitim seviyesi daha yüksek, ekonomiye katkısı daha fazla, sosyal imkanlardan daha fazla faydalanan bir kitleyken değişmesi gereken nedir ?

 

Ayak uydurmasini istediğin parti; yargı mercileriyle laiklik karşıtlarınin odak noktası, yolsuzluklari dağ edip arkasına saklanmış, her fırsatta karşıt görüşü bastıran, özgürlükleri yasaklayici bir zihniyet…  uzar gider bu liste. Sormazlar mı Çalışlar çevre karanlık diye yaktiğımız mumu da mı söndürelim ?

 

Bir hocamızın dediği gibi toplumların geriye gitme hakkı yoktur. Bu ülkede değil %50, %99’da aklın, bilimin yolundan ayrilacakta olsa o geri kalan %1 senin gibi çoğunluğu takip etmeyecek. Doğru olanı konuşmaya devam edecektir, etmelidir.

 

Torunun yaşındaki ben, sana güzel bir tavsiyem var. Yıllarca birseyler peşinde koşup durdun artık o kalemi siyasetten uzaklaştır geri kalan ömrünü inan daha kaliteli en azından daha mutlu yaşayacağından eminim.

 

Gelelim yazının başına sana karşı çokça önyargıya sahip bir insanım olduğumu düşünüyorum fakat bu yazı cidden çok içten ve samimi belki görürsün okursun.

 

Bu yazıyı, yazıyı okuduğum akşam yazıp paylaşmamıştım çok mu ileri gittim diye ama paylaşıyorum o kadar yazmışım emek sonuçta 🙂

 

 

Resim