3. Dünya Savaşı mı ? Orta Doğu Meseleleri mi ? Yoksa Ekonomi mi ?

Ne III. Dünya savaşı, ne Orta Doğu problemleri ne de ekonomi… Bunlardan hiçbiri bir ülkenin geleceğini

         Ne III. Dünya savaşı, ne Orta Doğu problemleri ne de ekonomi… Bunlardan hiçbiri bir ülkenin geleceğini karartacak güce sahip değil. Bu ve bunun gibi nesnel olaylara odaklanırken başka bir yöntemle bölündük, dağılıyoruz.

          Bunun adı kutuplaşma! Ülke olarak o kadar kutuplaştık ki bunun farkında olamayacak konuma geldiğimizi görüyorum. Bunu bu kutuplaşma çemberinin dışına çıkınca farkettim. Kutuplaşma nerde başladı kimle başladı bilmem ama tek suçlusu varsa o da bizizdir. Bunu okuyan biz derken aklına ne geliyorsa odur iste suçlu. Bunun çok yakin çevrem Recep Tayyip Erdogan’a yükleyebilir. Inanın ki tek suçlu o da degil. O, bu ortamdan en iyi yararlanan, kutuplaşmadan kendi isteği doğrultusunda bir ülke yaratmak isteyen bir siyasetçi konumunda. Konumuz siyaset değil zaten. Konu biziz. Biz için de siyaset ne kadar gerekli bunu düşünmenizi öneririm. Bu yazımda sahte vatan, millet, Sakarya nutukları atmayacağım. Durduk yere kendime düşman seçip suyun akıttığı yöne doğru seslenişlerde bulunmayacağım. Bunu o kadar çok yapan var ki çevremizde bundan ben sıkıldım eminim ki sıkılanlar vardır içinizde.

          Ülke genel olarak iki akıl üzerinden yönetilmeye, şekillendirilmeye ve gitmeye başladı. Hemen hemen her konuda ikiye bölünebilir hale geldik. Yani bizim için ya ak oldu ya kara. Kimse diğer renklerden bahsetmez oldu. Ne mavinin ne yeşilin bir adi kalmadı. Bütün renkleri öldürdük. Dünya’ya 2 kanaldan bağlanan Orta Çağ insanları haline geldik. Dünya değişirken biz hala gündeme ak ve kara yorumları yapma meşguliyeti içindeyiz. Çünkü bizim ekonominin güven veren mavisine, sanatın senlendiren sarısına, sporun coşturan kırmızısına, tarımın gönül acan yeşiline, sanayinin sert grisine, bilimin bembeyazına zamanımız kalmadı. Şöyle bakınca bilim insanlarını kaçırır olduk. Sanatçıyı bezdirir hale geldik. En son şöyle  sağlam arabeske bağlamayan şairimiz bile kalmadı. Kimse Karadeniz’in yeşilliğini yazıyor halde degil. Şarkılarımız bile aşktan öteye geçemiyor. Buna katılmıyorsanız kendinize sorun; Sanatçılar ve bilim insanlarını nasıl gündem ediniyoruz diye. Fazıl Say gibi biri besteler yapacakken siyasetle ilginlenmek zorunda kalıyor. Nobel Ödülü almış bir Bilim insanının önce ırkını sonra siyasi görüşüne göre ele alıyoruz.  Kültürel ve sosyal anlamda bittik haberimiz yok yani abiler, ablalar…

          Geçenler eski Turk devletleri nasıl yıkılmış diye araştırma yaptım biraz. Sebepleri inanin hiç uzak degil. Birileri belki görüyordur ama yıkılma sürecine girdiğimizi görmemezlikten gelmek de çok hayalperestlik.

          Bir ülke gider bir ülke gelir.. Giden de biziz gelen de biziz. Benim korkum, şüphem yok. Ama çocukluğum ve gençliğim bir liderin ülkeyi dizayn etmesiyle geçti gidiyor. Ben en azından gelecek yaşantımı, çocuklarımı ve gelecegimi düzenli huzur dolu bir ülkede geçirmek istiyorum. Renklerin tadına varmayı, huzur içinde yaşayıp ölmek istiyorum.

          Bu duruma kim dur diyecek ya da değiştirecek ya da yeniden inşaa edecek bilmiyorum. Yorulanlar olarak bunu dile getirmek istedim.

ucurum

SUSTUKLARIM

Kendine bir masal beğen çocuk
Kökü ateşle beslenen şarkılar beğen
Islıksız çıkılan yolculuklar tekin değildir
İhanetlere yakışan akrepler bul kendine
İşte böyle çocuk, acıyı aşktan muaf tutamazsın
Bir keklik sesini gösterir ya bize
Bir tavşan beyazlığını
Rüzgar ipekten mendiliyle siler ya alnımızı
İşte çözüver anıların ipini, sayrılı bir hüzün olur
Hohla bir camı, dünya salgın gibi durur
Bir efkar gelir kadehlerimizi doldurur
Yüreğimi yaslayıp bir gurbet türküsüne susuyorum işte
Her kederin bin ağu kustuğu
Martıların uzak limanlara sustuğu
Kendi tarihini yazacak kadar
Zimmetine geçirip birkaç imgeyi ve ütopyayı
Bir baş dönmesiydi diyeceğiz aşk ve geçti işte
Dilimizde dağladığımız söz, yüzümüzdeki yorgun hüzün
Ve çiğ ışıklara büyüyen gözlerimiz
Kendi ninnisini avutmak için
Her ömür ithafını yazmalıdır gecenin levhasına
İşte aklımı banıp bu sorulara susuyorum bunları da
Bana ölümden söz etme çocuk, aşktan söz etme
Bu çağın düşükleriyiz hepimiz
Yalnızlığa büyüyen sözler yazdık sulara
Bak bütün ütopyalarımız elimizde kaldı
Git git bitmiyor geceler karası
Ne kadar örtünsek de o kadar çıplağız işte
Bir ergenlik kaç kabahat sürer
Neden erişilmezdir kadınların mor sinesi
Neden hep aynı boyda kaldık dağlarla
Muhsin amcaya sorarsan tanrının marifeti
Ama neden hep nemlidir şairlerin gözleri terlemiş kadehler gibi
Alnımı yaslayıp bu sorulara susuyorum bunları da
Bütün uykularımı bıçaklıyorum işte
Velveleye veriyorum bu şehri
Lanet bir nasır gibi kalacağım aklınızda
Ama kendine bir masal beğen çocuk
Kökü ateşle beslenen şarkılar beğen
Islıksız çıkılan yolculuklar tekin değildir
İşte böyle çocuk, hayatı kavgadan muaf tutamazsın…
 
MUZAFFER SARIGÜL
 
images